Paris’i yeniden inşa eden Haussmann neyse ki Montmartre ’a dokunmamış da (aksi yönde bir bilgi bulamadım) bugün Paris’in bu ünlü tepesinde buram buram sanat ve tarih kokan bir kasabadaymış gibi hissedebiliyoruz.

Montmartre’ın adı Roma uygarlığı zamanında “Mons Martis” yani “Mount of Mars/Mars Dağı”ymış. Daha sonradan pagan kültürünün izleri silinerek Hristiyanlık’a daha uygun bir isim verilmiş:  “Montmartre” yani “Mount of Martyrs/Şehitler Dağı”.

Yel değirmenleriyle ünlü olan Montmartre’da 20. YY’ın başlarında 300’e yakın yel değirmeni bulunuyormuş. Bu yel değirmenleri yakınlardaki bağlardan toplanan üzümleri ezme ve un öğütme gibi amaçlar için kullanılıyormuş. Yeni yerleşim alanları açmak adına yıkıla yıkıla günümüzde parmakla gösterecek kadar az kalmışlar.

Montmartre aynı zamanda Paris’in kültürel ve tarihi gelişiminde de büyük rol oynamış. 1871’de biten Fransa-Prusya Savaşlarının ardından Fransa, tarihini derinden etkileyen oldukça yaratıcı ve özgürlükçü bir döneme girmiş. Sosyal bariyerler kalkmış; insanların daha rahat ve neşeli olduğu bir dönem başlamış. Fakat 1914 yılında 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla bu güzel günler sona ermiş. Sonradan bu refah çağını özlemle anan Fransızlar bu döneme Belle-Époque (Beuatiful Age/Güzel Çağ) adını vermişler. Belle-Époque dönemi Paris eğlence ve gece hayatının geliştiği, oldukça şaşalı bir dönemmiş. Bu dönemde Montmartre da şehirdeki gece hayatının ve sanatın merkezi haline gelmiş.

Montmartre’ın büyüsü Belle-Époque döneminin rahat ve bohem hayatıyla birleşince Van Gogh, Monet, Renoir, Picasso gibi pek çok sanatçı burayı mesken edinmiş. Haliyle Montmartre’dan çokça ilham almışlar. Örneğin bir süre Montmartre’da yaşayan Van Gogh, Montmartre Resimleri serisinde bölgenin günlük yaşamını, sokaklarını ve yel değirmenlerini tablolarına yansıtmış. Ünlü empresyonist Renoir ise “Bal du moulin de la Galette” adlı tablosunda bir pazar günü dans etmek için Montmartre’ta buluşan insanları resmetmiş.

Bugün bile hala buram buram sanat kokan Arnavut kaldırımlı Montmartre sokakları Paris’i ziyaret eden herkesin planlarına giriyor mutlaka.  Biz de gitmeden önce turist kalabalığından uzak; sadece Place du Terte ya da Sacre Coeur gibi popüler duraklarına odaklanmadan, Montmarte’ın gizli kalmış güzelliklerini de görebileceğimiz bir yürüyüş rotası çıkartmıştık kendimize.  Bu rotayı sizlerle paylaşmadan olmazdı tabii ki : ) Hazırsanız önce Montmartre’a ulaşalım; sonra da yürüyüş rotamıza başlayalım.

Pigalle sokakları - Rue Duperré

Pigalle sokakları – Rue Duperré

Montmartre’a Ulaşım & Tavsiyeler

Abbesses, Anvers, Pigalle, Blance ve kuzeyde Lamarck-Caulaincourt metro durakları Montmartre’a ulaşmak için en ideal duraklar. Bunlardan dilediğinizi kullanarak kendi rotanızı çizmeniz mümkün. Bizim çizeceğimiz rota ise Pigalle durağından başlayıp yine Pigalle’de bitecek.

Başlamadan önce önemli birkaç noktayı vurgulamak istiyorum. Montmartre tepe üzerine kurulu bir bölge. Bu yüzden yürüyüş rotasının bazı noktalarda yokuş barındırdığını belirtmeliyim. Bunlar ölüp bitirecek türden yokuşlar sayılmaz ama yine de hazır olun diye önden söylüyorum. Eğer herhangi bir sebeple yokuş çıkmak istemiyorsanız füniküler, gezinti treni ve otobüs gibi seçeneklerden de bahsediyor olacağım.

Yokuş dedik, Arnavut kaldırımlar dedik… Doğal olarak rahat bir spor ayakkabı giymenizi önereceğim. Fotoğraf çekimi için bile olsa buraya topuklu ayakkabıyla gelmeniz sizi oldukça zorlayacaktır. Siz en iyisi yanınıza alın, sonra değiştirirsiniz : )

Yürüyüş rotamızın özellikle Place deu Tertre, Sacre Cour gibi bazı durakları en çok turist çeken noktalar. Buralar kalabalıklaşmadan, mümkünse saat 10’dan önce bu rotayı çizerseniz Montmartre’ın tüm güzellikleri ve tüm renkleri size kalacaktır. Böylece hem rahat rahat fotoğraf çekersiniz hem de eliniz kolunuz birine çarpmadan rahatça dolaşabilirsiniz.

Montmartre sokakları - Rue Durantin

Montmartre sokakları – Rue Durantin

Yola Çıkış: Pigalle Metro İstasyonu

Montmartre’ın eteklerinde yer alan Pigalle bölgesi Belle-Époque döneminden kalma kötü bir şöhrete sahip olsa da son zamanlarda hipsterların keşfettiği ve geliştirmeye başladığı bir bölge. Kötü şöhret dediysek hemen korkmayın. Başta Moulin Rouge olmak üzere gece kulüplerinin ve caddeler boyu dizilmiş sex shopların varlığıyla burası Paris’in red light’ı olarak anılıyor, olay bu. Gündüz burada bulunduğum saatlerde hiçbir problemle karşılaşmadım; korkulacak hiçbir şey de görmedim. Gecesi nasıldır bilemem tabi. Ama zaten şu an bizi gündüz saatleri ilgilendiriyor. O yüzden bence gönül rahatlığıyla Pigalle metro istasyonundan yürüyüşümüze başlayabiliriz : )

 

Pigalle Basketball

Pigalle Basketball

Pigalle Basketball

Rue Duperré’de Tipik Parizyen binaların arasından fışkıran bu neon renkli basketbol sahası son yıllarda oldukça popüler hale gelmiş -Instagram sağolsun-. Sahanın hemen karşısında bir mağazasını da bulacağınız giyim markası Pigalle ve Nike, Ill-Studio adlı yaratıcı platformla birlik olup bu rengarenk sahayı yaratmışlar. Burayı 2017’den önce ziyaret edenlerin yolu tekrar Paris’e düşerse sahayı gelip yeniden görsünler derim. Eskiden bambaşka renklere ve desenlere sahip bu sahayı 2017’de yenilemişler ve şu anki mavi, pembe, mor ve turuncu fışkıran haline büründürmüşler.

Gittiğiniz saatlerde saha kilitliyse hiç üzülmeyin; benim yaptığım gibi telefonunuzu ya da fotoğraf makinenizi parmaklıkların arasından geçiriverin!

 

Cité Du Midi

Sahadan çıktınız; Rue Duperré boyunca biraz daha devam edin. Hemen köşede pembe üçgen formlu, sarmaşıklarla kaplı bir bina göreceksiniz. İşte yürüyüşümüzü en son burada bitireceğiz. Şimdilik devam edip Rue Fromentin’e dönelim. Sokağın bitiminde Boulevard de Clichy’e ulaşmış olacağız; buradan karşıya geçelim ve Cité Du Midi’ye girelim.

Cité Du Midi

Cité Du Midi

Boulevard de Clichy gibi canlı bir caddeden Cité Du Midi’ye dönüverince bambaşka bir dünyaya adım attığınızı hissedeceksiniz. Burada sizi daracık, yokuş yukarı bir sokağın iki yanına dizilmiş beyaz evler, önlerindeki yeşillikler ve ağaçlar ile Arnavut kaldırımları bekliyor olacak. Sabah erken saatlerde kimseler yokken buranın sadece size ait olduğunu düşünsenize!

 

Villa des Platanes

Burası bir özel mülk olduğundan içeri girebilmeniz için cadde üzerindeki demir parmaklıklı kapıyı açık bulabilmeniz gerekiyor. Girip çıkan birisine rastlarsanız buraya bir göz atıp fotoğraf çekmek istediğinizi söyleyebilirsiniz; belki sizi içeri alırlar. Bizim gibi kapıyı açacak kimseleri göremezseniz, mecburen parmaklıklar arasından bakıp bu ihtişamlı villanın sadece bir bölümünü görebileceksiniz.

Villa des Platanes

Villa des Platanes

Kiremit rengi ve beyazın dans ettiği cephesi ve iki yanında heykeller bulunan helezonik merdivenleriyle olağanüstü ihtişamlı bu villa bir zamanlar Marie Duplessis’nin de evi olmuş. O kim diyenlere hemen küçük bir açıklama; kendisi ünlü Fransız yazar Alexandre Dumas’ın metresi olur. Dumas Kamelyalı Kadın kitabının baş karakteri Marguerite Gautie’i Marie Duplessis’den esinlenerek oluşturmuş. Yalnız bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum: bu Dumas oğul olan Dumas yani “Alexandre Dumas, fils”. Üç Silahşörler, Demir Maskeli Adam gibi yapıtların yazarı ise Alexandre Dumas, père yani baba Dumas.

 

Paris’in İkonik Yapılarından Biri: Moulin Rouge

Boulevard de Clichy boyunca yürümeye devam edince Blanche metro durağına ve ikonik kabare Moulin Rouge’a ulaşmış oluyoruz.

Moulin Rouge

Moulin Rouge

Moulin Rouge Paris için bir kabareden daha fazlası olmuş. 1889 yılında iki iş adamının eski bir dans salonunu satın alıp bir servet ödeyerek baştan yarattığı; girişindeki ikonik kırmızı yel değirmeniyle Montmartre’ın simgesi olan yel değirmenlerine selam çakan yaşayan efsane Moulin Rouge, Belle-Époque döneminin şekillenmesinde büyük pay sahibi olmuş.

Burada bir akşam sadece show izlemek gibi bir niyetiniz varsa önceden belirtelim, kesenin ağzı baya açılacak. Ayrıca öyle bir kot bir t-shirt gideyim de diyemiyorsunuz; uymanız gereken giyim-kuşam kuralları var. Siz Websitelerini inceleyip gidip gitmemeye karar verin en iyisi.

 

Cafe des Deux Moulins

Blanche metro durağından sağa, yokuşlu Rue Lepic’e dönüyoruz. Biraz sonra karşımıza Cafe des Deux Moulins çıkıyor; hani Amélie’ciğimizin çalıştığı şu meşhur kafe. Bilmeyenler için araya girelim: Amélie “Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain” adlı Fransız filminin tatlı başkahramanı. Kafenin adı “İki Yel Değirmeni” olarak çevriliyor. Biraz sonra bahsedeceğim “Moulin de la Galette” adıyla bilinen iki yel değirmeninden esinlenerek konulmuş bu isim.

Cafe des Deux Moulins

Cafe des Deux Moulins

Filmin dünya çapında ilgili görmesiyle oldukça ünlenen bu kafe turistlerin de ilgisini çekiyor haliyle. Fakat burası özellikli bir yeme-içme deneyimi sunmuyor maalesef. Sırf bu ambiyansı yaşamak için gitmek isterseniz sizi durduracak değiliz : )

 

Maison de Van Gogh

Rue Lepic’in kıvrıldığı yerde, 42 numarada mavi kapılı bir bina göreceksiniz. Kapının hemen yanındaki plakada da göreceğiniz üzere burası Hollandalı ünlü ressam Vincent Van Gogh ve en az onun kadar ünlü kardeşi Théo’nun yaşadığı bina.

Maison de Van Gogh

Maison de Van Gogh

“Dans cette maison Vincent van Gogh a vécu chez son frère Théo de 1886 à 1888.” (“Vincent van Gogh burada, kardeşi Théo’nun evinde 1886-1888 yılları arasında yaşamıştır.”)

Kendileri dördüncü katta yaşıyorlarmış. Van Gogh Montmartre’ın yel değirmenlerini ve sokaklarının ruhunu aktardığı muhteşem tablolarını burada yaşadığı iki yıl boyunca yaratmış.

Rue Durantin & Le Petit Moulin

Yeterince yokuş çıktı; biraz düz yolda yürüyelim : ) Hemen Rue Duratin’e sapıyoruz. Birazdan karşımıza Le Petit Moulin çıkıyor. Bu bistronun minik, renkli binası o kadar tatlı ki rotayı buradan geçirmesek olmazdı!

Le Petit Moulin

Le Petit Moulin

Le Moulin de la Galette

Le Petit Moulin’den sola, Rue Tholozé’ye dönüyoruz. Burası yokuş yukarı merdivenlerden oluşuyor. Merdivenleri tırmanmaya başlarken tam karşıda yeşillikler arasında bir yel değirmeni görünüyor, adı Moulin Radet. Aslında hemen arkasında, ağaçlar yüzünden görünmeyen bir yel değirmeni daha var; onun da adı Moulin de Blute-Fin. İkisi birlikte ‘Moulin de la Galette’ olarak anılıyor.

Zamanında Moulin de la Galette’i oluşturan iki yer değirmenini satın alan aile bir bardak sütün yanında sattıkları “galette” adı verilen küçük siyah ekmeklerle ün salmışlar. Değirmenlerin adı da buradan geliyor.

Le Moulin de la Galette

Le Moulin de la Galette

1830’larda Monmartre’daki süt üretimi şarap üretimine dönünce burası bir kabareye çevrilmiş. Şu an Musée d’Orsay’da bulunan Renoir’in ünlü tablosu “Bal du moulin de la Galette” de bu kabaredeki bir günü anlatıyor. Renior’dan bahsetmişken Moulin de la Galette’in Van Gogh’un da favorisi olduğunu söylemeden geçmeyelim.

Şu an Monmartre’de çalışan tek yel değirmeni olan Moulin de Blute-Fin özel bir mülk ve gezebilmeniz mümkün değil. Moulin Radet ise Moulin de la Galette adlı restoranın üzerinde yer alan bir aksesuar sadece…

 

Rue d’Orchampt & Dalida’nın Evi

Bizler pek bilmesek de anne-babalarımızın jenerasyonu 1970’li yılların dünyaca ünlü ses ve sinema sanatçılarından Dalida’yı iyi tanır ve pek de severler. Sahip olduğu şöhrete ve başarısına rağmen hayatı trajedilerle dolu olan Dalida 1987’de 54 yaşında intihar ederek hayatını kaybetmiş. Mısır doğumlu, İtalyan asıllı ve Fransız vatandaşı olan Dalida’nın Paris’te yaşadığı ev Rue d’Orchampt 11’de. Kendisinin mezarı da Montmartre Mezarlığında bulunuyormuş.

Rue d’Orchampt’ın grafittilerle dolu kısa bir sokak olduğunu okumuştum gitmeden önce. Sokağa girip öyle ahım şahım bir graffiti göremeyince kafamı kaldırıp Dalida’nın evine bakmayı akıl bile etmeden yürüyüp gitmişim : )

 

Le Bateau-Lavoir

Bir zamanlar başta Picasso olmak üzere birçok sanatçının atölyesini barındıran; yine birçok sanatçı, aktör ve yazar tarafından sıkça ziyaret edilen Le Bateau-Lavoir halen sanatçılara ev sahipliği yapıyor fakat maalesef geziye açık değil.

 

Villa Léandre

Paris’in en güzel sokaklarından biri olan Villa Léandre’yi rotaya alıp gitmeyi nasıl atladım bilmiyorum… Eskiden bir yel değirmeninin bulunduğu bu renkli sokağa siz uğramamazlık etmeyin.

 

Le Passe-Muraille

Le Passe-Muraille

Le Passe-Muraille

Place Marcel Aymé’de duvarın içinden geçiyormuş gibi duran Jean Marais imzalı bu bronz heykel ünlü yazar Marcel Aymé’nin Le-Passe-Muraille (Duvargeçen) adlı öyküsüne bir gönderme niteliğinde. Marais heykeli de Aymé’ye benzetmiş. Öykünün duvarlardan geçebilme yetisine sahip karakteri, Rue Lepic’te tanıştığı bir kadına aşık oluyor ve her gece kıskanç kocasına yakalanmadan duvarların içinden geçerek onunla buluşuyor; taa ki bir gün bu yetisini kaybedip duvarın arasına sıkışana dek…

 

Place Dalida

Place Dalida

Place Dalida

Rue Girardon’dan yokuş yukarı çıkarak Place Dalida’ya ulaşıyoruz. Burada Dalida’nın büstü yer alıyor. Avrupa’da bronz heykellerin göğsünü ellemenin şans getirdiğine inanan insanlar bu heykelin göğsünü de aşındırmış : )

 

Rue de l’Aubreuvoir

Rue de l’Aubreuvoir

Rue de l’Aubreuvoir

Dalida heykelini arkanıza aldığınızda karşınızda şehrin en tatlı sokaklarından birini göreceksiniz. Sarmaşıklarla kaplı binaları, uzaktan görünen Sacré-Coeur’ün silüeti ve Arnavut kaldırımları kendinizi Paris’te değil de minik bir Fransız kasabasında sanmanıza neden olabilir. Sırf şu sokağın tadını çıkarmak için bile Montmartre’a erkenden gelinir, haksız mıyım?

 

La Maison Rose

Montmartre’ın sunduğu kartpostal manzaralara devam ediyoruz. Rue de l’Aubreuvoir’in sonunda yer alan sarmaşıklarla kaplı bu tozpembe bina 100 yıldan fazladır ayakta. Şu an burada bir kafe var ama eksiden Picasso başta olmak üzere sanatçıların ve yazarların uğrak noktası olan bir restaurant ve konaklama yeriymiş. Hatta Picasso sahiplerinin oldukça iyi arkadaşıymış.

La Maison Rose

La Maison Rose

Clos Montmartre

Bu kadar yakınından dönüp de gitmeyi atladığıma hayret ettiğim bir diğer yer Montmartre’taki üzüm bağları… La Maison Rose’dan sola doğru Rue des Saules’e dönünce hemen karşınıza çıkacak.

 

Le Consulat

Rue de l’Aubreuvoir’in bitiminden – yani La Maison Rose’dan- sağa dönüp Rue des Saules’e devam ederseniz sokağın bitiminde ikonik kafe Le Consulat’ı göreceksiniz. Burası 19. YY boyunca Picasso, Van Gogh, Monet gibi ünlü isimler tarafından sıklıkla ziyaret edilen bir kafeymiş. Şu anki hizmet kalitesini bilemiyorum ama turistlerin yoğun ilgisini çektiği kesin.

Le Consulat

Le Consulat

Le Petit Train du Montmartre

Montmartre sokaklarında bir tren yolculuğu yapmak isterseniz ikonik beyaz trenimiz Le Petit Train du Montmartre Place Blanche – Place du Tertre arasında 40 dk süren bir rota izliyor.

Le Petit Train du Montmartre

Le Petit Train du Montmartre

Her gün 10:00-18:00 arası (Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında akşam 21:00’e kadar ) çalışan Le Petit Train du Montmartre’a biniş ücreti kişi başı 6.5 Euro; çocuklara ise 4.5 Euro. Tren yaz aylarında yarım saatte bir, kış aylarında ise 45 dk’da bir kalkıyor.

 

Montmartre’ın Merdivenli Yolları

Rue Cortot’un bitiminde başlayan merdivenli sokak Rue du Mont-Cenis ile Place du Tertre’den başlayan Rue du Calvaire size güzel sokak manzaraları sunacak.

Place du Tertre

İşte geldik meşhur Ressamlar Meydanı’na! Burası belki de Montmartre’ın en kalabalık noktası. Küçük bir meydan olduğu için bu kalabalık sizi oldukça bunaltacak bir hal alabiliyor. Montmartre’ı erken saatlerde gezmek için alın size bir neden daha!

Place du Tertre

Place du Tertre

Burada yağlıboya ya da farklı tekniklerle yaptıkları tablolarını sergileyen ressamların yanı sıra karakalem portrenizi ya da karikatürünüzü, hatta kağıttan silüetinizi yaptırabileceğiniz sanatçılar da bulunuyor.

 

La Basilique du Sacré-Coeur

Sacré-Coeur yani “Kutsal Kalp” bazilikası adı gibi Montmartre tepesinin kalbinde yer alıyor. Burada 130 yıldan fazla bir süredir 7/24 ayin yapılıyormuş. Girişi ücretsiz olan bazilikayı her gün 06:00-22:30 arasında ziyaret etmek mümkün. Normalde içeride fotoğraf çekmek yasak ama görevlilerin önünde çatır çatır fotoğraf çekenleri görünce biz de eksik kalmadık : )

Çan kulesi ziyarete açık değil ama bazilikanın kubbesine çıkıp şehri izleyebilirsiniz. Bazilikanın merdivenlerinden görülen şehir manzarası “çok beton” olduğu için biz kubbeye çıkmaya da gerek görmedik. Kubbeden manzaraya Eyfel Kulesi de dahil oluyor gerçi; belki siz çıkmak isterseniz. Kubbeye 300 merdivenle çıkılıyor ve asansör yok. Mayıs-Eylül arası her gün 08:30-20:00, Ekim-Nisan arası ise09:00-17:00 arasında çıkabiliyorsunuz. Kişi başı çıkış ücreti 6 Euro.

La Basilique du Sacré-Coeur

La Basilique du Sacré-Coeur

Bizim yürüyüş rotamızı takip etmeyecekler için bazilikaya ulaşabilecekleri diğer yolları da anlatalım hemen. İlk seçenek Anvers metrosunda inip Square Louise Michel’den bazilikaya ulaşmak. Square Louise Michel iki yanında 222 basamaklı merdivenler bulunan yeşil bir yamaç aslında. Merdivenleri çıkmak istemeyenler bu yamacı da tırmanabilir.

Diğer seçenek ise yine Anvers metrosunda inip Square Louise Michel’in hemen yanındaki fünikülere binmek. Fünikülere tek biniş bir standart metro bileti kadar yani 1.9 Euro. Günlük, haftalık vs ulaşım kartlarınız varsa onları da kullanabiliyorsunuz tabii ki.

Square Louise Michel’de, bazilikaya çıkan merdivenlerin hemen başlangıcında bir atlıkarınca yer alıyor. Çocuğunuzla seyahat ediyorsanız burada durmamanız imkansız zaten. Çocuğunuz yoksa da içinizdeki çocuğun ortaya çıkma zamanı!

 

Square Marcel-Bleustein-Blanchet & Rue de la Bonne

Sacré-Coeur’a ulaştığınızda sabahın erken saatleri değilse, üzgünüz ama ortamdaki aşırı kalabalıkla yüzleşmek zorunda kalacaksınız. Turistler, satıcılar, merdivenlerde müzik ya da çeşitli gösteriler yapanlar derken ne güzel bir kare fotoğraf çekebilecek ne de şöyle rahat bir nefes alabileceksiniz. Ama siz şanslısınız çünkü sizi şahane tüyolar veren bir blogu okuyorsunuz : ) Bazilikanın en güzel fotoğraflarını sessiz sakin bir ortamda, hatta asmalar eşliğinde izlemek isterseniz sizi Square Marcel-Bleustein-Blanchet ve Rue de la Bonne’a alalım.

Sacré-Coeur manzarası

Sacré-Coeur manzarası

Le Mur des je t’aime

Rue la Vieuville’den devam ederek Place des Abbesses’e ulaşıyoruz. Buradaki minik bir parkın içinde yer alan 40 m2lik “Seni Seviyorum Duvarı”nda 250 dilde “Seni Seviyorum” yazıyor.

Le Mur de je t'aime

Le Mur de je t’aime

Sanatçı Frédéric Baron bir gün bir fikirle ortaya çıkıyor: hangimiz sevdiğimiz insanın adını duvarlara, masalara kazımadık? Hangimiz oraya buraya seni seviyorum yazmadık? Akabinde etrafından, eşinden dostundan, hatta hiç tanımadığı insanlardan kağıtlara kendi dillerinde “seni seviyorum” yazmalarını istiyor. Topladığı bu kağıtları Claire Kito adlı kaligrafla paylaşıyor ve birlikte bu duvarı tasarlıyorlar. Aralara serpiştirilmiş kırmızı parçalarla da kırık bir kalbin parçalarını simgeliyorlar.

Böyle aşk dolu bir duvar Montmartre’a çok yakışıyor doğrusu. Tam sevdicekle gitmelik : )

Le Mur de je t'aime

 

Abbesses Metro Durağı

Paris metro sisteminin hayata geçtiği yıllar Art Nouveau’nun da dorukta olduğu zamanlarmış. Paris’in metro girişlerini tasarlayan Lyon’lu mimar Hector Guimard da bu akımı şahane bir şekilde yansıtmış.

Abbesses metro durağı

Abbesses metro durağı

Guimard’ın tasarladığı birçok durak 1960’larda metro ağının genişletilip modernleştirilmesi hevesiyle yıkılmış ve sadece birkaç durak günümüze ulaşabilmiş. Abbesses de bunlardan biri. Kendisi aynı zamanda Paris’in en derin istasyonlarından biri olma unvanına da sahip. 15 katlı bir binaya eş değer sonu gelmeyen spiral merdivenler Monmartre’tan manzaralarla resmedilmiş.

 

Cimetière de Montmartre

Açık konuşayım biz buraya gitmedik. Ne kadar güzel olursa olsun mezarlık gezmeye öncelik ver(e)miyorum. Yine de Montmarte Mezarlığı’nın sanat eseri kıvamında mezar taşlarıyla bezeli olduğunu vurgulamadan geçemezdim. Burayı özel yapan sadece fiziksel görüntüsü değil, aynı zamanda oldukça ünlü isimlerin ebedi istirahat noktası da olması. Alexandre Dumas fils, Dalida, Stendhal, Foucault mezarı burada olan ünlülerin sadece bir kısmı.

 

Montmartrobus

Bizim yürüyüş rotamızın oldukça benzerini izleyerek Montmartre’da tur atmanın bir yolu daha var: 17 numaralı belediye otobüsü Montmartrobus. Bu otobüs Place Pigalle’den kalkıp son durağı olan Mairie du XVIIIe arrondissement’a (belediye binası) varana kadar Montmartre’da güzel bir rota çiziyor. Rota ve saat bilgileri için Paris’in ulaşım sağlayacısı RATP’nin sitesini inceleyebilirsiniz.

Montmartrobus kötü havalarda ya da çeşitli nedenlerle yürüyüş rotasını yapamayacaklar için oldukça iyi bir seçenek. Stanadart tek biniş ücreti ödüyorsunuz – yani 1.9 Euro. Günlük, haftalık vs ulaşım kartlarınız varsa onları da kullanabiliyorsunuz.

 

Son Durak: Pink Mamma

Birlikte Monmartre’ın altını üstüne getirdik. Bence artık karınlar acıkmıştır : ) Haydi Pigalle’e geri dönüyoruz!

Pink Mamma

Pink Mamma

Pigalle basketbol sahasının orada gördüğümüz sarmaşıklarla kaplı pembe binaya gireceğiz. Burası Paris’in en ünlü restaurant zincirlerinden Big Mamma Group bünyesindeki Pink Mamma. Big Mamma Group tamamen İtalyan yemekleri servis ediyor. Şehrin geneline yayılmış restaurantlarının her biri ayrı övülüyor. Bir şehre geldiğimde farklı ülkeye ait mutfaklarda yemek yemekten hiç hoşlanmasam da Pink Mamma’ya kayıtsız kalamadım.

Rezervasyonsuz gittiğimizde baya kalabalık olmasına rağmen hiç beklemeden yer bulmayı başarabildik. Üç katlı bu restaurantın en sevdiğim yeri ahşap merdivenleri ve bu merdivenlerin etrafındaki vintage harita ve posterler.  Bir de yine sarmaşıklarla kaplı yeşil barın bulunduğu, cam kaplı tavandan sızan güneşin ışık oyunları oynadığı teras kısmı.

Pink Mamma

Pink Mamma

Burası Paris’in birçok restaurantına göre ucuz diyebilirim. Evet bir Margherita pizza 12 Euro ama inanın yine de ucuz. Yediğimiz en pahalı öğün bu olabilir ama ambiyans için bu kadarını göze aldık. En azından hem Mammargherita pizza hem de Onur’un sipariş verdiği biftek – Mamma’s Steak Cut 230 gr 16 Euro – çok başarılıydı.  Garsonlar, şefler herkes kendi arasında İtalyanca konuşuyor. Hatta sizi karşılarken, uğurlarken ve servis yaparken aralara İtalyanca kelimeler serpiştiriyorlar.

Pink Mamma

Pink Mamma

 

Montmartre Alışveriş Rehberi

Hediyelik eşya alışverişi için Monmartre’da birçok yer bulabilirsiniz. Özellikle Place du Tertre’de kalabalık bir hediyelik eşya dükkanı popülasyonu var. Daha özellikli hediyelikler ya da kendinize alacağınız nadide parçalar için önerilerimiz geliyor:

  • L’objet Qui Parle: İkinci el eşyaların sihirli dünyası! Biz gittiğimizde maalesef kapalıydı…
  • Le Rocketship: Buradaki kırtasiye çeşitli ve posterler aklınızı başınızdan alacak!
  • Serigraphie Montmarte: Kartpostallar, posterler, t-shirtler… aklınıza gelebilecek her türlü malzemeye şahane baskılar yapmışlar!

Montmartre Yeme-İçme Rehberi

Yürüyüş rotanıza kahvaltı, yemek, tatlı ya da kahve molası eklemek isterseniz oldukça ince eleyip sık dokuduğumuz; hem yemeklerinin ve ambiyansının güzel olduğu, hem de cepleri yakmayacak menülere sahip önerilerimizi hemen sıralıyoruz.

Kahvaltı için:

  • Buvette
  • The Hardware Societe Paris
  • Marcel: Bir tık daha pahalı bir kahvaltı ve yemek seçeneği

Kahve için: 

  • Kendi kahvelerini de kavuran KB Cafeshop

Tatlı için:

  • Popelini: Sadece Paris’in ünlü choux tatlısı satılıyor. Çeşit çeşit aromalı kremalarla doldurulmuş choux’ların tanesi maalesef 2 Euro – bizce pahalı-
  • À la Mère de Famille: 1761’den beri şehri mis gibi kokularla sarmalayan bu pastanenin şehir genelinde birçok şubesi bulunuyor
  • L’Eclair de Genie: Paris’in en güzel eklerleri ünlü pasta şefi Christophe Adam’ın elinden çıkıyor
  • Une glace à Paris: Paris’in çeşitli yerlerinde dükkanı bulunan başarılı bir dondurmacı

 

Paris hakkında anlatacaklarımız bitmedi! Paris kategorisine daha birçok yazı eklenecek!

Montmartre ve Paris hakkında daha fazla fotoğraf için sizleri Instagram hesabımıza ve #yalniziyigezdik_paris etiketimize de bekliyoruz : )