Biz kimiz?
Merhaba! Ben Bahar. Eşim Onur’la birlikte mesai saatleri dahilinde birer plaza çalışanıyız.
Mesai saatleri dışında ise, benim neredeyse tam zamanlı olarak sürdürdüğüm “seyahat hayalleri kurup plan yapma” faaliyetlerim sonucu mümkün olduğunca sık seyahat ediyoruz.
Bu “hayalleme” ve “planlama” aşamalarından apayrı bir zevk alıyorum. Gördüğüm bir fotoğraf, okuduğum bir yazı beni inanılmaz heyecanlandırabiliyor. Seyahat ederken salgıladığım serotonin ise o kadar fazla ki içim içime sığmıyor, hızımı alamıyorum; hislerim somut bir varlıkmışçasına herkesin hücrelerine dağılsın istiyorum.
Önce gördüğümü, hissettiğimi, yediğimi-içtiğimi kişisel instagram hesabımdan paylaşmaya başladım, sonra sırf bunun için ayrı bir hesap açtım. Sonra fark ettim ki, instagram her ne kadar görsel anlamda paylaşımlar için başarılı bir platform olsa da konu deneyimleri uzun uzun paylaşmaya gelince yetersiz kalıyor. Bir yandan da arkadaşlarımızın “Siz şuraya gitmiştiniz değil mi? Bize gezilecek görülecek yerlerin listesini atar mısınız?”, “Ya geçen gittiğiniz yer neresiydi ya, yemek efsane gözüküyordu?”, “Kasabalar arası ulaşım kolay mı orada?”, “Bu aralar havayolu şirketlerinin kampanyası var mı ya, sen bilirsin?” gibi soruları, “O önerdiğiniz yerde kaldım ben de, hem her yere yakındı hem de acaip uygun fiyatlıydı” tarzı yorumları ve “Sen bunları bir yerde topluca yazmıyor musun ya, iki sene sonra ben gitmek istesem sen hatırlayacak mısın önereceğin yerleri? Açsana bir blog” serzenişleri artınca artık zamanının geldiğini anlayarak bu blogu açtık.
Peki nereden çıktı bu seyahat merakı?
Seyahat tutkusu bende doğuştan gelme değil ama ilk kıvılcımı hissettiğim anı çok net hatırlıyorum. Onur’la çıktığımız ilk seyahatte onun benim en iyi yol arkadaşım olduğunu anladığım an başladı her şey. Gerisi çorap söküğü gibi geldi.
İlk defa birlikte yurtdışına çıkacağımız zaman ikimizin de daha önce görmediği Barselona seyahatimizi planlamak için gidip bir rehber kitap almıştık. Düşünüyorum da; o zamanlar dünyamız o rehber kitaplarla sınırlıydı. O kitaplarda önerilen yerlere gider, yine o kitaplarda hoşumuza giden bir restoran önerisi varsa denerdik. Çok acıkmışsak ya bir yerlerde fast food bulurduk ya da yol üstünde rastgele bir kafeye girerdik. Sonuç bazen hüsran olurdu, bazen de piyango. Birçok ülkeye, birçok şehre turist gibi gittik anlayacağınız. Buna rağmen, hiç görmediğim bir şehrin sokaklarını birlikte arşınlamak inanılmaz mutlu ederdi beni. Hele bir de o rastgele yerler piyango çıkarsa değmeyin keyfime!
Sonra bir gün bu kitaplar bana yetmez oldu. “Daha fazlası olmalı” dedim, “bu şehirler bunlardan ibaret olamaz.” Bir yeri gezip gördükten sonra bir başkasının fotoğraflarında gördüğüm o minnoş kafeyi ben nasıl keşfedememiştim, nasıl olup da orayı görmemiştim üzülür oldum. İşte o günden beri seyahat planlarken tam bir manyak gibi araştırma yapıyorum. Klişe timi beni dövmeye gelmeden hemen söyleyeyim: daha önce hiç gitmediğim bir şehri önceden o kadar çok araştırıyorum, o kadar detaylı plan yapıyorum ki daha gitmeden o şehrin yerlisi oluyorum! Haritaya o kadar çok bakıyorum ki hangi sokağı dönerseniz karşınıza ne çıkacağını gitmeden aylar öncesinden söyleyebilirim! Hatta kimseler duymasın; bazen bu aşamanın beni gezinin kendisinden daha çok heyecanlandırdığından bile şüpheleniyorum.
Sabah akşam seyahat, rota, bilet, harita diye sayıklamalarımın, sürekli bir plan içinde oluşumun, bu işe bu kadar tutkuyla bağlı olmamın üç nedeni var: 1) araştırıp plan yapmaya, gideceğim ya da gitmek istediğim yerlerin fotoğraflarına bakıp hayal kurmaya bayılıyorum! 2) o yerin yerlisi gibi bazen tek bir müzeye bile girmeden sadece sokaklarda dolaşınca, gerçekten orada yaşasaydım gideceğim kafelerde elimde kahve oturup gelip geçeni izleyince bir anda kendimi senaryosunu benim yazdığım bir masalın kahramanı gibi hissediyorum! 3) Yeni bir yer de keşfetsem, daha önce defalarca gittiğim bir yere de gitsem Onur’la birlikte yol almaktan aldığım hazzı hiçbir şeyden alamıyorum! Daha önce arkadaşlarımla gittiğim bazı şehirlerden “bir daha asla gelmem, hiç sevemedim” diyerek dönen ben, Onur’la aynı sokaklardan geçerken gözlerimden kalpler çıkarıyorum.
Onur da sağolsun, her ne kadar planlama kısmından (yani benim “şuraya gidelim miiiğğğğ” ile başlayıp günde 10 kere “Napalım alalım mı oraya bilet? Ne zaman alalım?” ile devam eden darlamalarımdan uçağa bindiğimiz ana kadar olan kısım) hoşlanmasa da, her zaman (mantık sınırları dahilindeysem tabii) hayallerime ortak oluyor. Ben de onun elinden tutarak, bazen kolundan sürükleyerek (: p ), gezmelere doyamıyorum.
Kaç ülke gezdik, kaç şehir gördük?
Şu yaşımda şu kadar ülke gezdim şu kadar şehir gördüm olayına girersem birçok kişiyle yarışamam bile. O yüzden hiç girmiyorum. Benim hesabını yaptığım tek şey belirli bir ileri tarihe kadar önümde planlanmış seyahat var mı yok mu oluyor. Varsa benden mutlusu yok; aksi takdirde elimde takvim, önümde havayolu şirketlerinin sayfaları, hesap kitap yaparken “A Beautiful Mind”a bağlıyorum valla!
Bu arada bazı yerlere birkaç kere gidebiliyoruz. Bazen sırf çok özlediğimiz için, bazen de yeni yaptığımız rotada daha önce gittiğimiz bir şehirden yolumuzu geçirmek aşırı mantıklı olduğu için. E ben şimdi aynı yere birkaç kere gidersem benim gezdiğim ülke-şehir skorum artar mı? Artmaz. O yüzden bu olaya hiç girmiyorum ehehehe.
Neden “Yalnız İyi Gezdik!”?
Şimdiye kadar beni tanımış olmalısınız; sanırım bu diyeceğimi de az çok tahmin etmişsinizdir: haftasonlarını, en küçük resmi tatili ve en ufak yıllık izin kırıntısını dahi kaçırmadan plan yapmak benim işim!
Ailelerimiz İstanbul dışında yaşadığı için onları ziyaret amacıyla sık sık haftasonları seyahat ediyoruz. Bayramlarda mutlaka aile ziyareti yapıyoruz. Yurtiçi-yurtdışı farketmeden sadece haftasonuluk yaptığımız geziler de oluyor. Yıllık izinlerimizi parça parça kullanıp haftasonu ve mümkünse resmi tatillerle birleştirerek kombo yapmaya özen gösteriyoruz. Hal böyle olunca çok sık bir yerlere gidiyoruz.
E tabi bu durumda hayatımızda en çok duyduğumuz cümle “yalnız iyi gezdiniz…” oluyor. Bu cümle o kadar “varsayılan” hale geldi ki iki günlüğüne bile bir yere gitsek dönünce bunu mutlaka duyuyoruz. Madem bunu bu kadar duyuyoruz, iyice hakkını verelim dedik: biz de “Yalnız iyi gezdiniz…” diyenlere inat iyi geziyoruz!